HERBALİZM TARİHİ

HERBALİZİM VE TARİHi

Bitkilerin ve bitkisel maddelerin hastalıklara karşı tedavi edici amaçla, bir sistem içerisinde uygulanması herbalizm’dir. Önsözde belirtildiği gibi, insanlık ve tıp tarihi ile birlikte uygulanan bitkisel tedavi sistemlerinin tümü herbalizmin kapsamı içindedir. Bitki özlerinin elde edilmeye başlaması ile homoepati denilen ve bitki özleri ile tedaviyi kapsayan bir sistem uygulanmaya başlanmış ise de, bu sistemin herbalizmin dışında, tam etkinlik sağlayamayacağı anlaşıldığından homoepati de herbalizmin kapsamında kalmıştır.
Herbalizmin mantığı Allah’a dayanır. Herbalizm hastalıkların da şifanın da Allahtan geldiği, Allah’ın bitkilerle insanları kardeş yarattığı, gıda olarak da şifa olarak da insanların mutlak bitkilere gereksinimleri olduğu, tüm doğanın Allah’ın bir mucizesi ve lütfu olduğu düşüncesi hakimdir.
Bitkilerin etken maddelerini bilmeyen, ancak deney ve uygulamaları ile hastalıkları tedavi edebildiğini tespit eden ilk hekimler, bu mucizeler karşısında,bitkilerin bu güçlerini, Allah’ın içlerine yerleştikleri iyi huylu meleklerinden aldıklarını açıklamışlardır. Bilim adamları bitkilerin etken maddelerinin belirlenmesinden sonra bile, bir tek yaprağın yapısını oluşturan 19 çeşit ve birbirinden tamamen ayrı maddeler karşısında yine hayret ve aciz içerisinde kalarak, inanmışlardır. İşte herbalizmin felsefesi budur. Tanrı şifayı, insanla birlikte vermiş, araştır demiştir. HERBALİST herbalizmi araştıran, formüllere, reçetelere bağlayarak, uygulamaya hazır hale getiren halk hekimidir. Ayrı herbalist okulu olmamıştır ve olamaz. Bitkisel tedaviler konusu olan herbalizmi araştıran geliştiren, imal ve temin eden bizzat uygulayan herkes herbalisttir. Her bilim adamı, her doktor, her eczacı, her kimyager, her aktar, her köylü, her meslek grubu herbalisttir. Önemli olan olay, geliştirdiği uygulama sisteminin bir adım daha ileri, insan sağlığı ve geleceği için olumlu katkı ve uygulanması halinde sağlık verdiğinin kanıtlanabilir, pozitif ilimde yer bulabilir olmasıdır. Teorisyen olmak şart değildir. Tıp tarihi, teorisyen olmadığı halde, yaptığı çalışmalar ve elde ettiği başarılar ile bilinen, geliştirdiği sistemler bugün halen uygulanan araştırıcılarla doludur.
Milattan önce 500 yıllarında, insanoğlunun topluca yaşadığı mezopotamya’da herbalizm uygulandığı, herbalistlerin olduğunu, bitkisel tepkilerin, reçetelerin, şifalı bitkilerin tanıtımının ve ona bağlı tıp ilminin yazıya döküldüğünü görüyoruz. Bu bilim Mezopotamyadan doğuya, Hindistan ve Çin’e ulaştığı gibi, batıda Mısır’a ve kuzeyde Anadoluya ve İyonya’ya yayılmıştır.
Aldığın ilaç besinin olsun, aldığın besin de ilacın olsun diyen bugünkü tıbbın babası kabul edilen M.Ö. 460 yılında İstanköy adasında doğup, 377 de Larisa’da vefat etmiş olan HİPOKRATES tarihin kaydettiği en büyük ve meşhur şifalı bitkiler alimi bir HERBALİST’ti.
Milattan önce 300 yılında ARİSTO şifalı nebatlar isimli eserinde 500 şifalı bitkinin tedavi edici özelliklerini açıklıyordu. Bugünde faydalandığımız ve doğruluğunu gördüğümüz bu eserin yazarı olan Yunan’lı ünlü filozof ARİSTO da bir herbalistti. Onun öğrencisi THEOPHRAST da yazdığı nebatların Tabii Tarihi adlı eserinde kendisinden önceki doktorların ve köylülerin bitkisel tedaviler konusundaki uygulamalarını açıklıyordu.




Tabiat tarihi isimli çok geniş kapsamlı ve büyük bir eseri yazan 79 yılında Vezüv yanardağının patlaması esnasında ölen PILINUS ilacın aslının tabiat olduğunu açıklıyordu.
130 yılında Bergama’da doğup 202 yılında Roma’da ölen GALEN CLAUDIUS’un keşfettiği birçok ilaç formülü bugün halen ilaç sanayiinde kullanılmaktadır.
Büyük Türk ve İslam hekimi İBN-İ SİNA’nın Galen Claudius’un etkisi altında kaldığına şahit oluyoruz. 980 yılında İran’ın Afşea kasabasında doğup, 1037’de Hamadan’da vefat eden bu meşhur İslam doktoru da tıbba birçok yenilik getirmiştir. O güne kadar yazılan eserleri incelemiş, doğruluk derecesini bizzat uygulayarak denemiş eksiklikleri tamamlamış, metodik çalışmaları ile tıbbi ilmi temellere oturtmuştur. İbn-i Sina’nın tıbbi tedavilerde ana kaynağı yine bitkiler olmuştur. Yakın zamana kadar Avrupa tıp fakültelerinde ders kitabı olarak okutulan 5 ciltlik eseri EL KAANUN FİT TIB (tıp’ın kanunu) nun son cildini şifalı bitkilerin tanımı ve kullanımına ayırmıştır. Bugünkü genel adı son cildini şifalı bitkilerin tanımı ve kullanımına ayrılmıştır. Bugünkü genel adı ile HERBALİZM’i tanıtmış, öğretmiş, tavsiye ve bugünkü farmokognozi ile farmokope’ye öncülük etmiştir. Bilindiği gibi farmokongnozi, biyolojik kökenli ilaçların bilimidir. Framokope ise ilaçların fennüllerini bileşimini ve hazırlanma yöntemlerini tespit eden eczacılık dalıdır.
İbn-i Sina kendisinden önce yazılan kitaplarda yazılmadığı halde, mikrop denilen gözle görülmeyen bakteri ve virüslerin varlığını keşfetmiştir. Salgın hastalıkları inceledikten sonra bazı hastalıklar yakınen temas etmediği halde sağlam insanlara da geçebiliyor. Bunları gözünüzle göremediğimiz çok küçük canlıların taşıdığını biliyoruz. Ancak böyle bir aletimiz keşfolmadığı için cinslerini bilemiyoruz demiştir. Mikroskopun bulunmadığı bir çağda bir bilim adamının bunu keşfedebilmesine hayranlık ve şaşkınlık duymamak elde değildir.
Her yüzyılda önemli gelişmeler kaydeden HERBALİZM, yukarıda da bahsettiğim gibi 19, yüzyılın başlarından itibaren, tıbbın esası olma özelliğini korumuştur. Kimya ilminin birden ve olağanüstü gelişmesi, atom gruplarının ve moleküllerinin öğrenilmesi ile ilacın daha kolay elde edilebilmesi, ucuzlatılması ve etkenliğinin çabuklaştırılması ve daha fazla kazanç sağlanması amacıyla yola çıkan bilim adamları yeni araştırmalara sentetik olarak imal edilmişlerdir. Bu şekilde ilaç sanayii doğmuş, ilaç çeşitleri çoğalmış, ucuzlamış, her semtte eczaneler açılmaya başlanmış ve şifalı bitkilerin doğrudan veya çok az değişikliğe uğratılarak kullanılması şekli olan HERBALİZM geri planda kalmıştır. Bu tedavi şeklinin adı koca karı ilacı olmuştur.
Sentetik ve kimyasal hammaddeli ilaçların çok önemli yan etkilerilerinin görülmesi, yarar kadar zarar verdiğinin tespit edilmesi üzerine tıp ve eczacılık bilimi 1940’lı yıllardan itibaren sentetik ilaçların daha çok gözlemlenmesine, üretilerinin sınırlı tutulmasına, bazılarının kaldırılmasına ve tekrar bitkisel kaynaklı ilaçlar üretilmesine yöneldi.
Aynı etki yapan biri doğal, diğeri sentetik iki maddeden hangisi seçilmeliydi. Kullanıldığında vücudun karşı karşıya kalacağı maddeler, sentetik veya kimyasal olanı mı? Zehirlenmeleri, başka organları yıpratmayı, alerjileri doğal maddeler mi? yoksa sentetikler mi daha çok körükler?
Son on yıldır bu sorularla tartışan, çalışan kararlar ve önlemler alan tıp ve eczacılık bilimi, tamamen bitkisel ve doğal dünya’nın %80’i bitkisel ilaçlar kullanmaktadırlar. Modern dünya ülkelerinin ilaç fabrikaları, ülkemiz gibi, tıbbi bitki ve bitki özlerini satın alarak işleyip ilaç yapmaktadırlar. Farmokognozi ve farmokopeler süratle değişmektedirler. Doktorlar hastalarına öğrendikleri ve güvendikleri bitkisel kökenli ilaçları yazmakta ve eczanelere göndermektedirler. Bunun yanında her Avrupa şehrinde şifalı bitkiler ve bitkisel maddeleri doğrudan satan işyerleri açılmakta halk her zaman güvendiği tedavi şekli olan HERBALİZM’i uygulama olanağı bulmaktadır.

HERBALİST-İlahiyatçı-Gazeteci-Yazar-Ekonomist HAKAN COŞAR



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir